12.31.2010

Hediyeler.

Tanrım...
Gereksiz hediye sendromu yaşıyorum. Yine... Yılın özellikle bu döneminde çok sık tecrübe ederim ben bunu :D
Hediye alırken çok özenirim. Gerçekten. Karşı taraf beğenir mi, orasını bilemem; ama ben her şekilde elimden geleni ardına koymaz, baştan savma olmamasına dikkat ederim.

Olabildiğince...

Bazı arkadaşlarım var, o kadar gereksiz, o kadar özensiz hediyelerle geliyorlar ki! Bi de onun stresini yaşa; evde nereye koyacağım, nasıl "kullanacağım", atarsam ve eve bir gün gelirse de hediyesini arayıp bulamazsa sonra da tartışırsak falan falan... Çok pis paranoya yaparım ben, -izlediğim casuslu masuslu filmlerden olsa gerek- yolda birileri tarafından izlendiğimi düşünür, yan apartmandaki tuhaf büronun bi tür gizli üs olduğundan şüphelenirim... Neyse, konumuz bu değil :D

Yahu madem saçma sapan şeyler alacaksın, lütfen alma! Anlıyorum, bana olan sevgini göstermek amacıyla yapıyorsun, saygı duyarım; ama ben bunu zaten biliyorum ki :D Neden beni aptal bir hediyeler yığınıyla boğuşmaya sürüklüyosun ki? Daha fazla embesillik istemiyorum lütfen; ah hayır, ben zaten tek başıma yeterince embesilim :D


Herkese iyi yıllar.


-Grenouille.

12.11.2010

Sanat İçin Acı Çekmek...


Acı ne kelime, çile çektim resmen bugün.



Fotoğrafçılıkta çekim için Seymenler Parkı'na gittik kar kış demeden. Yol boyunca soğuk falan sorun değildi, arkadaşım, annesi ve sıcacık arabalarıyla birlikteydim çünkü.

Lakin dışarısı pek de sıcak sayılmazdı öyle.

Grubun kalanının gelmesi en az yarım saat falan aldı, ben de o arada filmimden geriye 1 çekim bıraktım. Baktım olmiycak diğer makinemi aldım başladım çekmeye.

Grup geldi biz çekiyoruz, şak diye şarjım da bitti, kalakaldım öylece.Dedim bari şu son fotoğrafım da en güzeli olsun, onu da çektim filmli olanla.

Sonra ortalıkta dolanmaya başladım.

Tanrım o nasıl bi soğuktur öyle, parmaklarım düşücekti nerdeyse.
Bi ara artık millet soğuktan "Gidelim biz yaa." muhabbeti yapmaya başladı, hoca da pan çekim yapalım öyle gidin tarzı şeyler dedikten sonra "Var mı koşmak isteyen?" tarzı bi laf etti. Tabii ben durur muyum, zaten " koşmak için bahane arıyorum, yapıcak iş de yok, en azından ısınırım mantığıyla "Ben koşarım hocam!" diye atılıverdim.

Herkes toplandı bi yere, ben de yerimi aldım, bi yandan da içimde "Olm umarım düşüp mal gibi kalmam ortalıkta" diye bi monologdur aldı başını gidiyo. Ben başladım koşmaya, döndüm, başladığım yöne koştum, tekrar döndüm aksine, tekrar aksine... falan falan bi 7-8 tur koştum. "Duruyoruumm!!" dedim tam, yeni bi grup daha geldi "Grenouille buraya! Grenouille oraya da gel!" modunda sesleniyolar, baktım duramicam beni aldı bi gülme. Bi yandan kendi aptallığıma gülüyorum, bi yandan koşuyorum falan en az bi 10 tur daha attırdılar bana ama bi baktım üst dudakla burnum iptal, hissetmiyorum. Koşarken "Dudaklarımı hissetmiyorum!" diye bağırdım, amacım duracağımı anlatmaktı ama millet koptu, bi yandan da çekmeye devam ettikleri için durmadım, duramadım...

En sonunda durduğumda yanak kaslarım öyle bi kasılmıştı ki, tuhaf bi yüz ifadesi kaldı suratımda bi süre.
Sağ olsunlar, arkadaşımla annesi bıraktı beni ama indiğim andan itibaren ayaklarımda bi tuhaflık olduğunu anlamıştım.

Ayağımı bu hale getiren aptal botları çıkarıp, çoraplarımdan kurtulduktan sonra.... Davul gibi şişmiş ayak baş parmaklarımla ilk karşılaşmamı kelimelerle tam olarak ifade edebilme imkanım yok ama dehşete düşüp, "Kangren olmak istemiyoruuummm" şeklinde ağlamaya başladığımı söylemem yeterli olur sanırım.


Yine de sanata bi katkım oldu.

-Grenouille.

12.09.2010

Suyu Arayan Adam

"Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç,beş kulaç kazdı. Suyu bulamadı. On kulaç on beş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı. Sonra yerin derinliklerinde kara haya tabakalarına rastladı. Yeise düştü gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.
Fakat bir ses ona:
-Daha derinlere in,daha derinlere! dedi.

Daha derinlere indi ve suyu buldu."


Çok küçükken kitaplığımıza tırmanmaya bayılırdım. 
Bir kitap vardı, çok iyi hatırlıyorum, yukarıdaki sözlerle başlardı, adı da "Suyu Arayan Adam"'dı.
Nedenini bilmiyorum, ama kitabın başını babama okuturdum ve gerçekten çok severdim bunu. Bir harf bile okuyamasam da, anlamı olmasa da o sembollerin, raflara tırmanır; kitabı indirir ve kapağına, o çok sevdiğim ön sözünün yazılı olduğu sayfaya bakmaktan çok hoşlanırdım. 
Kim bilir kaç defa o kitaba ulaşmaya çalışırken raflar üstüme dökülmüştür.


Ben kendimi bildim bileli kitap okumayı severim. Ama çok kızıyorum kendime, artık o kadar çok okuyamıyorum. Biliyorum yapmam gerek, okumalıyım. Çünkü o sırada okuduğum en az bir kitap yoksa(bazen aynı anda 2-3 kitap okuduğum da olur :D ) içimde bir yerlerde boş hissediyorum. 


Ama insan pes etmemeli değil mi?
Suyu arayan adamın sınavları yüzünden sudan ümidi kestiğini hiç sanmam.
Benim iç sesim de bana " Daha çok oku, daha çok oku." diyor.
Ona uyuyorum.


-Grenouille

J.L.

Unutmuşum.
Dün John Lennon'ın ölüm yıl dönümüydü.


Huzur içinde yat gözlüklü adam.

-Grenouille.

Güzel Bir Gün

Çok mutluyum.
Cidden. Ve bu aralar bana bi enerji geliyo arada ki sorma. O zaman bağırmak çağırmak koşmak patlamak istiyorum, o derece tuhaf oluyorum.
Hoş ben zaten tuhaf bi insan sayılabilirim sanırım, hem de hiç kasmadan.
Duş jeli yerine şampuan kullanıp neden bi acayiplik olduğunu kavrayamam.
Dişlerimi fırçalamada son aşamaya geçip, "Temizliyosam bari mis gibi olsun, hiç bişi kalmasın" diyerek dilimi de fırçalamaya kalktığım çok olmuştur-ki hiç önermem, aynadaki yansımamdan korktum.
Sıkılınca arkadaşımın burnunu yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara dürtmekten uç noktalarda, sadistçe bi zevk alırım.
Falan falan...

Bugün güzel bi gün.
Gerçekten de öyle.

-Grenouille.


Natalie Dee'yi severim.

12.02.2010

Orada Kimse Var Mı?!

Uzayda yaşam...
Bugünün başlığıydı benim için. NASA, uzayda yaşamla bir açıklama yapacak dedi kardeşim. İnanmadım. İnanmak istemedim.
O kadar süre boyunca gerçek olduklarından bir an olsun şüphe etmediğim, insanlara sonuna kadar savunduğum uzaylıların gerçek olduğu açıklanacaktı belki.
Neden bilmiyorum, midemin acınası bir biçimde büzüldüğünü hissettim. Aynen küçükken Bodrum'da geceleri parlak noktalarla bezeli gökyüzüne bakıp kendimi korunmasız ve minicik hissettiğim zamanlardaki gibiydi. Aynı korunmasızlık hissine kapıldım bir anda; tamam, gerçek olduklarını düşünüyorum düşünmesine de... insan ne olduğunu bilmediği bir şeye karşı nasıl hisseder? Daha doğrusu ne hissedeceğini nereden bilebilir ki? Bilinmezlik beni korunmasızlığa itelemişti sanki :D

Sonra vakit geldi; saat 9'da birçok kanal bu açıklamayı verdi.
Sonuç?
Keşfedilen sadece bir bakteri: ama bu bakteri hem fosforda, hem de arsenikte yaşayabiliyor. Bu ne demek? Uzayda çok farklı elementlerden oluşmuş canlılar olabilir demek.
Ben bir süreliğine rahatım demek.
En azından bu gecelik rahat uyuyacağım, çünkü bir bilinmezle o kadar da burun buruna değilim artık demek.

Anlaşılan yeşil koca kafaların "bilimsel" olarak keşfedilmesine daha var.

Yine de geleceğin ne getireceğini hangimiz bilebiliriz ki? :D



-Grenouille

12.01.2010

Neşeli Günler.

Hani bazı günler olur da nedenini tam olarak kendiniz de anlayamadan mutsuzsunuzdur.

İşte öyle günlerden biri bugün benim için.
Aslında tam olarak öyle değil de... Yani değildi.
Nedense bir anda bir şeyler oldu ve bütün yaşama sevincimi kaybettim.
Hoş bunun sebebi olabilecek bazı küçük ayrıntılar var tabii. Mesela kapıda kaldım. Mesela botum yüzünden iki kez takıldım ve ikincide yere kapaklandım. Böyle şeyler çok rahatsız eder beni.
Ama asıl sebep bunlardan hiçbiri değil. Ne aptal botum, ne de anahtarlarım değil benim sebebim.
Zaten hiçbir zaman öyle değildir ya.
Sanki bir yerlerimde biliyorum ne olduğunu, ama bilmiyorum.
Sanki beni üzen ciddi bir şeyler var, ama yok gibi.
Kısaca boşlukta yüzüyormuşum gibi hissetmeme sebep olan bir şeyler var. Kısaca mutsuzum, hem de daha beteri sebebim yok.

Var mı bana yardım edebilecek olan?